14 Haziran 2022 Salı

 Şimdi sürdüğü haliyle; 


Senin ellerin sürükledi beni buraya,

Bu açık yerde bak! Benimle birliktesin ve yansımamla

Sana durma! demek isterdim. Ellerinde tutuyorken hayatımı,

Bakma diyemezdim. Görme, diyemezdim.

Sana Hayır! demek bir seçenek değildi benim için.

Karşına gelmek bir yokluğu, bir terk edişle birlikte çağırıyordu!

Yüzüme bak!

Bana bak!



Benimle konuşmak zorundasın.

Ve duymak zorundasın, sana sesleniyorken ben.

Beni, tekrar var edebilmek mümkün olsa eğer,

Yine de terk edebilir miydin!

Sana soruyorum! Burada karşımda duruyorsun!

Bu giysiler, o gülüş ve bakış!

Şimdi karşındaki kim?

Kim bakıyor sana?

Kim var bu gözlerin içinde?

Neden sana seslenmedim sanıyorsun senelerdir? 

Neden duymadın sesimi? 

Neden?


Cevap ver bana!


Beni ellerinle yok oluşa sürüklerken; hiç yandı mı canın? 

5 Mart 2022 Cumartesi

 

Bu mekanın seslerini, görünümünü, anlatılarını, suskunluklarını, diyaloglarını ve sessizliklerini anlamaya çalışıyor, yinelenen bir yabancılık duygusuyla şu soruyu soruyordu kendine; Kimdi bu insanlar? Nereden geliyor ve yüzlerindeki ince çizgileri, çoğalan ve bağışlayan görünümleriyle, ellerini doğrulttukları ve gizledikleri yerlerden hangi gerekçelere dayanarak çıkartıyor; sözcükleri nasıl büyük bir iştahla ve arzuya dayanarak sarf ediyorlardı?

Uzaklığını anlayabiliyordu; imkanlarını dayanaksız bir çözülüşle terk ettiği ince bir sesin arkasına sığınarak şöyle söylüyordu;

‘’Merhaba, hoşgeldiniz. Ne istersiniz?’’

Duyguları, mimikleri, imaları, kaygıyı ve korkuyu, nefreti, tiksinti ve çekinmeyi anlayabiliyordu. Neydi peki tam olarak yabancı gelen, anlam verilemeyen?

Gerçeği ayırt edebilmek için, hangi kurgulara dayanmak gerekliydi? Hangi imaları açık etmek ve kapalı hangi sözcüğü susarak ve telaşla geçiştirmek gerekliydi?

Uzatılan bakışlar, kıvrılan bir dudak , içe dönen bir avuç, sıkılan bir yumruk, gereğinden fazla süren bir yineleme haliyle tekrarlanan cümleler, an’lar (hatırladıkça bozunan),  

Duygular iyi ve kullanışlıydı. Üzgün olabilirdi. Şaşırabilir, üzülebilir, öfkelenebilirdi. Umursamaz bir görünümle tedirginliğini gizleyerek, üzerinden geçilmiş her ek ve takının bir bir yerleri tespit edilebilir; düşünceler ve kurgular tahmin edilebilir ve böylece nihayetinde olduğu yerden bakarak yeniden tekrar edilebilirdi aynı bayağılık ve tonlamayla. Bir yansımayla ancak anlam kazanabiliyordu her şey. Bir gölge ve silik bir silüet belirli yerlerden belirsiz anlarda seçilebiliyordu. Buydu tam olarak o’nu oluşturan;

 

‘’Merhaba, hoşgeldiniz. Ne isterdiniz?’’

Gün aşırı devam eden bir ses;

‘’Döneceğinizi düşündüğünüz yöne doğru neden ilerlemediğinizi varsayıyorum.

Burası boş. Soluk alıp verdiğiniz bu yerden döndüğünüzde göreceğiniz her insan ve her ses deforme olmuş, kırılmış ve paramparça elleriyle size nereye ilerleyeceğinizi, nasıl davranacağınızı, güleceğinizi, ağlayacağınızi, susacağınızi söyleyecek. Artık bir oyun olmaktan çıkıyor. Kendinizi muhafaza edecek yeni bir alan yaratın. Lütfen.’’

Bir irkilmeyle kendime geliyor ve etrafıma bakınıyorum. Aslına bakılırsa açık bir alan insanlar, masa ve sandalyeler, ağaçlar, her şey ve yerli yerinde. D.Abla içeride, mutfakta bir şeylerle uğraşıyor, E. Sakince her zamanki gibi Ö.Abi ile bir konu hakkında uzunca ve bir yere varmayan konuşmalarına devam ediyor.

Demin olan neyin nesiydi? Kendimi nereye muhafaza edeceğimi ve hangi yöne doğru bir adım.. Bir dakika, yön, taraf, kişiler, sesler.. Bunlar ne demek oluyordu?

Bir masa daha geldi. Kalkmalıyım hemen.

 

‘’Merhaba, hoş geldiniz..’’

Yinelenen. Talep eden ve yukarı noktasında sönümlenen bir arzu, jestler ve mimikler;

‘’Benim ve arkadaşım için.. Aslında ne isterim.. Şöyle yapalım.. Ben daha önce.. Şunu mu istesem.. Nasıl yapalım.. Geçen sefer şöyle..’’

 

‘’… ne isteyeceğine karar vermek; bir seçim. Kim olacağına karar vermek; hangi koşullarda ve hangi mekanda seçebileceğin, satın alabileceğin, paylaşabileceğin, görünümünden memnun olabileceğin bir seçim. Ne olabilirdi ? Haydi bir şey söyle.. Şimd..’’

 

‘’Aferdersiniz.. Pardon. Hey.. Burada mısınız?’’

‘’Evet. Ben bir tost alacağım yanına da bir çay,..’’

‘’Ben de şundan istiyorum.. Bir de..’’

‘’ Tabi ki. Hemen getiriyorum.’’

‘’Çaylar önden gelebilir mümkünse..’’

‘’Tamamdır..’’

Yine oluyor. Neyim var benim? Acaba ne kadar süre sessizce bekledim orada? Bir şey fark ettiler mi? Garip bir durum. Umarım istemeden de olsa rahatsız etmemişimdir. Şu masaya da bakayım dönünce uzun süredir bekliyorlar. Acaba D. Abla içeride mi? Ne yapıyor, şimdi öğreniriz..

Akşam vakti olağan durumları tekrar ediyor. Kendine telkin etmeye çalışıyordu. Konuşulanlar, söylenen ve sarf edilenlerin bir gereği ve manası var mıydı? Hangileri kalmıştı zihninde?. Daha önce de olmuştu. Bir çok kereler kendini bu boşluk anlarında yeri ve zamanı kestiremeyecek halde buluveriyordu. Şimdi dayanak noktaları gerekiyordu. Dayanacağı an hakikatin kaç yerinden çözüneceğini biliyor muydu?

 

‘’Evet. Benden bir tost istedi, bir de çay. Garip bir durum yok bunda. Kahvesini geç götürdüğüm kadın biraz memnun değildi bu durumdan ama sanırım büyütülecek bir yan yok.’’

Yüzlerini ve ellerini anlamak gerekliydi en başta. Sözcükler, cümleler, tonlamalar, tamamlanan bir duygu. Mimikler ve hoşnutsuzluk belirten birkaç ünlem. Bunlara alışmak zaman almıştı. Aşina olduğu iletişim biçiminden ve dilden yoksun olmak, kapatılan bir zihnin kendine bir yönergeler ve işaretler tablosu oluşturmak için giriştiği bir çabaydı. Bazen bir yöne doğru seyrilen bir bakışın doğrultusunda olmak; bir sese ulaşmak için, geldiği yöne doğru bir bakış atmanın kaç farklı tonu olabileceğını düşünüyordu. Kaç farklı biçimde ve seste olabilirdi bir yargı? Kendini boşlukta süzülen imaları ve anlamları yakalamak için çaresizce seyrederken buluyordu, boşluk; ne anlatıyordu o’na? Bırakmasını istiyordu kendisini, usulca, kollarına.

 

Akşama doğru eve dönmek için davranıyordu şimdi koridora doğru. Her iş ve ayrıntı düşünülmüştü. Yerler paspaslanmış, tuvaletler temizlenmiş, bulaşıklar yıkanmıştı. Sükun anları hoşuna gidiyordu. Sessizlik ve insanların olmayışı, bu o’na bir alan yaratıyordu. Yeniden kuruyordu şimdi her diyaloğu her cümle o’nun için tekrarlanıyordu. Her durgunluk o’nun için tekrar bir anlam kazanıyordu. Saatlerce giriştiği sohbetler ve güler yüzlü insanlarla çevrili oluyordu, herkes memnun ve huzurluydu. Gariplik yalnızca aksinin düşünülmesiydi şimdi.

‘’Neden bekledim orada? Bakın şimdi.. Tabi ki endişelecek bir şey yok, hahah elbette söylerim, sizde..’’ Artık gidilebilirdi buradan. Belki biraz dinlenmek gerekliydi. Bir kesik ve devam eden ardından;

‘’Anlamıyorsunuz hala. Olayın ciddiliğini kavrayamıyorsunuz. Sizinle dost olamayacaklar bu insanlar, onlar için değersiz ve sıradan birisiniz sadece, artık bir şeyler yapılmalı. Burada beklemenizin bir anlamı yok. Kendinizin ve bizim zamanımızı alıyorsunuz yalnızca..’’

‘’Görmüyor musunuz?! Bağışlanacak bir tarafı yok bunun, bu günkü o bekleyiş anında düşündüklerinizi hatırlayın, ne söylüyorsunuz kendinize, ne için söylüyorsunuz? Kime hitap ediyorsunuz asıl olarak?..’’

 

‘’Tekrar ettiğiniz ve üzerinden geçtiğiniz her an sizi hapsedecek kendine, burada kendinize yaptığınız şeye izin vermeyin, bizim için değerlisiniz. Lütfen, gidin buradan’’

‘’X, Duyuyor musun beni. X! Ablacım, ne yapıyorsun burada tek başına oturmuş Allah aşkına?’’

‘’Hı? Efendim D. Abla. Öyle, biraz yorulmuşum galiba kalkacağım şimdi.’’

‘’Tamam canım, fazla düşünme ama, birazdan kapatıyoruz (ufak bir gülüşme) Annenlere de selam..’’

Söylememeliyim. Hayır! anlatmalıyım. Kime anlatacağım? Ne söyleyeceğim? Ne demek istiyorum kendime, biraz fazla mı yükleniyorum acaba son zamanlarda? Biraz dinlenmem gerekiyor sanırım.

Sakince ilerliyor, sokağı ve geride kalan günü düşünerek; tekrar ediyordu zihninde tüm yönler. Şöyle olmalıydı aslında, hayır belki de şöyle söylenmeliydi, duraksama an’larına bir çözüm bulmak gerekti. Aklı bunun için buyuruyordu. Sokağı tam dönecekken tanıdık bir yüz gördüğünü düşündü, ışığın ona bakan tarafına doğru ilerlemeye, seçtiği bu tekil yabancının kim olduğunu anlamak üzere bir adım daha attı.

Sokağın diğer yanına doğru seyredince; sakince bir bakışla tanımak istedi onu,

‘’Herhalde birine benzettim.. Saat geç oldu. En iyisi otobüsü yakalamaya çalışayım..’’

‘’Hakikati yalnızca bir anlığına elinde tutmuş olanlar için

Çok geç artık, yanacak elleri.. Tanık olmuş olanlar için ise getiremeyecek hiçbir bahar güneşi ışığı geri!’’

‘’Ne oluyor? Sen kimsin?! Neden bana böyle söylüyorsun?’’

Birkaç adım hızlanacak , karanlığın yuttuğu merdivenlerden sessizce kimsenin olmadığını anlayarak Tedirgin; geldiği yönü ve ara sokağı geçerek, devam etmek için yalnızca.. Devam edebilmek için.

Çözülüşü anımsamak için bir bir geçiyorum yanınızdan, sizin için bir kere daha dağıtıyorum ellerime yalınlığı. Bu bana verecek bir ikilemi; ölmek istiyorum, gözlerinizin önünde ve kararlı.

Sabahın erken vakitlerini seviyordu. Güne bir kere daha başlarken  Şimdi K. Amca ilk çayı hazırlamış , masaları düzen ve nizamına dikkat ederek her ayrıntıyı düşünmüş, gerisin geri yaslanmış ve oturduğu yerden insanların güne başlamasını; sakince ve oturduğu sandalyeden.