21 Ekim 2020 Çarşamba


Gözlerimi kapatıyorum. Karanlığa ,gülümsüyorum. Kendimi eve döndüğüme inandırıyorum
Kadın; ağlıyor. Dünyayı anlamaya
Annesinden ölü doğmaya
Bir kedinin kendi yavrularını yemesine
Aşık olmaya, yenilmeye en çokta
Soluk alıyorum. Evde olduğumu yuvamda olduğumu
her şeyin geçeceğini, kesilen bir uzvun yeniden büyüyebileceğini tekrarlıyorum
kızgın bir kadını anımsıyorum
şiddetli ellerinde düşünmeye vakit bulamadığı
yeterince sevilmediği
dokunulmadığı
kendine yeni bir biçim yaratıyor
bana kimse zarar veremeyecek
susarsam eğer, içimdeki şarkıya kimse dokunamayacak
‘’saçlarım tekrar uzayabilecek mi?
Ne çok ağlamıştım. Günlerce başımda siyah bir tülbent. Kimseye göstermeyecektim.
Gözyailarımı. Ayaklarımın ucuna dökülen parçaları, suyla yıkanan zemini ahıra akan suyu,
Beni olağanca tutan ablamı, kardeşimi’’
Annem beni yemek istemeyecek
Sabahın erken vaktinde uyanıyor, çocuk
Geniş sofaya gözlerini açtığı zamanın kalabalık insanlarına bakıyor
Nefes alış verişlerleri
Geniş yoldan duyulan ayak seslerini işitiyor
Sabahın getirdiği kokuyu takip ediyor
‘’bu toprağın zulmü ağır
Asırlar geçse de kısır kalacak
Geriye kalan bu koku
Bize anımsatacak
Bir hakikatı’’
 
Takip ediyor
Oyunlar oynadığını taşlara çizdiği arkadaşlarına rastlıyor
Karanlığın ucuna varıyor
Ürperiyor, hayranlıkla
Annesine meraklı gözlerle bakarken
Karanlığın dibinde ne olduğunu
Bu sefer yalnız başınayken
Oval gökyüzünü
Yansıyan suratını, dazlak kafasını, avuçlarının içinde gezdiriyor
Elleri karıncalanıyor
Titremesini unutuyor
‘’ büyüyene kadar buraya her gün geleceğim
Saçlarım tekrar uzayana , okula tekrar başlayana kadar’’
Belli belirsiz bir sesle doğuyor gün bir kaç yerden
Taşın üzerinde hayali bir surat
Siyah bir tülbent...

 

16 Ekim 2020 Cuma

 

anlamın dar alanında koşturan, soluksuz bir diyalog
 
telaşsız , seslenecek. gülümseyecek
kesik ve sağlam bir çırpınış. düş
sessziliğin içine doğuyorum. uyuyorum, yapışkan sürekli tekrar eden
bir vücud istiyor benden
kıpırtısız bekledim, beni görmeni istedim.
her sokağı adımladığımızda aramıza dönecek
birbirimize bakacak
sarıldığımızı görecektik
sokağı dönüyorum
adımlarıma hakim olarak
öğleden sonrası, ışığın hakimiyeti yiterken
gün, bir kaç çocuğu iliştiriyor parmaklarıma
kesik bir gürültü, ellerim..
‘’ağbi topu atar mısın?’’
kendimi hazırlıyorum. duyumsadığım gökyüzüne
kablolar, direkler,duraklar, geçişler
diz kapaklarım sızlıyor
 
sessizce bakıyor bir metre ötedeki topa. tedirgin olmadan öylece bakıyor
birazdan biri yaklaşacak. gülümsemeyecek.
uzaklaşıyor.
 
durmaya gücü yok.
zihninden bir döngü kurmak adına demin yaşadıklarını durmadan tekrarlıyor.
yüzüne aşına olan çocukları seyrediyor.
nereye bastığından emin olmak istiyor.
eğiliyor. avuçlarını toprağa bastırıyor. parmaklarını geçiriyor.
elleriyle kazıyor bu kimsesizliği
seyrediyor
insanlar, arabalar, suratlar
ellerine ilişiyor
sırtındaki kuruntuyu besliyor
gazate parçalarını bekliyor.
sakallı bir çocuk,
ağlıyor
sımsıkı kapıyor gözlerini,
‘’beni tutuyorsunuz bir yerlerimden, yiyemediğim, karanlığa atamadığım.
ağzınız dopdolu, ithamlarınız ağır. duvarlar kadar büyük ülküleriniz
yaşatmaya değer görmediğiniz, duymadığınız tüm çocuklar için,

yaşayın!’’

 

 

 

 

 

 

çaresiz bir güzelliğin var.. 
çoğalan bir sessizliğe biriktirdiklerin.
henüz hiç bir dilde çekimlenmemiş hüzünlerin
avuçlarının taşkınlığında bir çocuğun gövdesi
henüz aşılmamış hiçbir deniz
bir motor geçmektedir, kirli muşambaların ve sarsılan duvarların ardından
pespaye, çıplak ayaklar. güneş hangi taraftan sızacak?
hayatın tüm tanıklığını bir odaya sığdırdın
bu mekanın mevsimi yok
enine dört, boyuna beş adım genişliğinde
bölünerek çoğalan mahremiyetin
kendine bir an biçtin
aramızda kalan son uyağı kaldırdın.
kızlığına son bakışınla
bir adamı tanımakla
sokaklarda leş yiyici paletleri
bir kentin sokaklarını arıtırken, yarıda kesilmiş bir telefon
portakal mevsimini çoğaltacak
kokusunu duyacağın gece,
bir yol’un anlamını öğreniyorsun
sen her gece rüyandan, o kız çocuğuna dönüyorsun
görüntüler yakınlaşıyor
yüzüne nefretle tükürüldüğünü, çatılan kaşları, duyurmak istiyorsun
dünyanın son bucağında
kız çocuğunu kendi ellerinle temizliyorsun
peki, bu anlaşılmayan söz
dağılan ses, siliklesen görüntüler
‘’ anne, yemek hazır mı?’’
sessiz bir imgeye dönüşürken
odada çoğalan zaman, hayat, gece
tarihsiz bir akşam
yatağına giren, sınırlı ve düzlemdeki varoluşuna sahip olarak
şakaklarına, uzuvlarına, göz kapaklarına yabancı olduğun
çizgilerle sınırladığın
adam’ı
gelinliğinle, bir yolu özlemeyi öğrenecek yaşta
bir kaç adım sonra hayretle baktığın gökyüzüne
boynunu kaldırıyorsun; havayı kokluyorsun
tehlikeyi hisseden bir hayvan gibi
üzerinde toprak, bazalt, tonlarca taş. geceyi kokluyorsun, çürük,
morarmış. kopmuş uzuvlar. kararmış bir çene kemiği. bir poşet dolusu et.
soğutucu da o kız çocuğu.

‘’anne, beni öldürdüler!’’