Nasıl öldüğüne
gelince;
Bir kez anlaştı. Bıraktı
kollarına kendini. Sardı köşesini, berisini, en ince yerlerini. Kırdı sanki sözün ve iyiliğin
halesini. Tüm besinlerini aldı daha fazla acıksın ve istesin diye. An’ı ve
hatırayı zedeledi. Titredi ,sarsıldı yeniden. Çöktü yalın ve sadece. Peki ne
öğretilmişti? Neler söylenmişti? Nasıl anlatılmıştı bu üst yaratım o’na? Nasıl anlayabilmişti,
en uç ve derin kaygılarından sıyrılarak? Karşısına aldığı; bir hışımla sözler
savurduğu ve açıkça yaraladığı; güzelliği, saflığı, masumiyeti, erdemi. Hesap soruyordu
;kayıp zamana dayanarak. Geriye anlamsızlığı, boşluğu, kimsesizliği bırakan;
benden ne istiyordu? Bana ne borçluydu? Hırpaladı ve aşağıladı. Büyük sorular;
yüksek cevaplar; girişilmiş ve ürkütülmüş bir bağlanma şekli. Seni korkutuyor
muyum?
Bana neler
söylüyorsun? Hiçbir imkan kalmayana kadar tükettim. Hiçbir söz kalmamacasına arıttım.
Elimde kalan son güzü bir hiç uğruna hem de alelade, söküp attım!
Şimdi benden
hesap mı soruyorsun? Geriye kalan bu posanın ve sayıklamalarının bir fayda
getireceğini mi söylüyorsun? Kim olduğunu zannediyorsun?
Beni bir parçan
olarak kabul etmen için henüz daha
Bana bir kere
daha dokunabilmen için dönüyorum yeniden. Beni görmüyor musun? Bu sorular da
neyin nesi?
Bitti! Anlıyor musun?
Benimle konuşurken
yüzüme bak! Gör diye gözlerimdeki ışığı ve ölümü. Terk edildi. Karalandı. Savaştı belki en ince sesiyle. Ellerinin içine bir kere daha baktı. Bir kere daha kuramamak üzere bir
oyunu. Terk edildi kendisine verilen düzeni, uyumu.
Ne
istiyorsun benden? İşte! Her şey yerli yerinde. Bir sürede değil, birkaç ömür
boyunca. Sürecek bir çocuğun yitmesine. Mani olamayacak ışığın tükenmesine. Saflığı,
güzelliği duyuracak; kasveti, çirkinliği sarf edecek. Peki şimdi nerede? Hangi
tarafına saklıyor o’nu? Neden sürekli gizliyor? Neden bırakmak istemiyor? Battı.
Silkindi. Ulaştı. Sağalttı. Dönüştürdü. Ezdi.
Bir sona adım ve adım
yaklaştı.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder